SU ŞİİRLERİ
"Su"ya atfedilmiş ya da içinde imge olarak "su" geçen şiirler.
ORUÇ ARUOBA - SU
Set çek seline
yavaş yavaş ilerle
damla damla birik.
Ak geç ıslattığın kayalardan:
duraksama - uçurur güneş seni.
Atla takıldığın çavlanlardan:
duraksama - savurur rüzgar seni.
Aldırma kumlara, çakıllara:
çöker onlar dibe nasılsa -
ilerle yavaş yavaş
birik damla damla
set çek seline.
* * *
Behçet NECATİGİL - SAKLI SU
Ürperen yaralara çıplak
Havaların değmesi
Acır.
Korkunuz nerdeyse
Bir şey söylenecek, bir şey sorulacaktır.
Sekiz sokak önceden sezmeniz
Adımlar yöneldi,
Bir daralış gönlünüzde
Ortalık karardı.
Anla sıkıntımı geç git dost,
Nedendir sorma.
Gür bitkiler altında bir benim için akar
Alıngan, onurlu
İstemez görsünler saklı su.
* * *
Ahmet ERHAN - SULUAYNA
Kalbim, sen hâlâ burada mısın?
Şol bedende gurbette mi, sılada mısın?
Alkol, taşikardi, panik atak
Maceran bir gün tıp dergilerini çalkalayacak
Kalbim, sen hâlâ burada mısın?
Aklımı avuçladığım yerdeki o kanrevan kahrım
Sevgilim ki, adının ilk harfini ancak hatırladığım
Ağaçlara kazımak için şimdi kim uğraşacak?
Ama yine de bir resmin olsaydı dönüp bakacak
Gözlerime bulaştığı anda suluaynaların
Kalbim, sen hâlâ burada mısın?
* * *
Cahit ZARİFOĞLU - SU
1.
Taşlanan kadınlar yankır
Girdap duvarda ve sırları çözük aynalar
Bir aynanın civarda hayvan otlağındaki benzeri
Yüzler kuyuya inen gözü terkeder
Sıcaktır örfe yaklaşır
Kavalsız ve çılgınca döner kaderine bir kez daha bakar
Açlığa üşümeye kartalın alnında duran yıldıza
Bir kere daha daha yalnızlığa
Kati ve aşk geçerliğini ortaya koyarak
Ulusal ve benci iki çingene arasında
Bir kere daha yalnızlığa
Atılarak
Yerin içinde yüzlerle hücum
Bütün özentili yekinmelere doğru karşı
Bütün nedensiz gençliklere doğru karşı
Bütün ................ doğru karşı
Aç olan karın
Soylu olan yoksulluk
Ve mızrakla gelen alın
Yerin gezisinde insan vardır
Ağulu bir diş put taşında
Doğacak çocukların toplandığı çadır taşında
Ava çıkmıştır
Aşk tunç çekmiştir bizle olan sırtına
Birbirini çaresiz bırakan çehrelerin
Yaralı ceylanı bulup tepindiği
(Fırat birdenbire kaybolur bir mağarada)
sevenin kurbanla alınıp kurbanla ödendiği
güneşin aşktan sudan ve topraktan
daha hızlı yöneldiği
raskolnikof
müthiş bir iman ağrısı çekmektedir.
Güvercinler toplandı sofralar kuruldu
Ağaçlar bahçede kızgın güneşle çatıldı
Elma tadları ağır ayrılık tadları
Yalnızlıkla toprağa savruldu
Katerin açık kollarıyla yaklaştı üç tuzaklı odalarıyla
Mükemmel bir karpuza yaslanmak
Suya çağrılmak
Bir de içindeki ziynetleri hor görmek iyice
Oysa güneş ağırlaşsın siyah saçımız uzayan başımızda
Alnımızın dibinde kalsın seçkin ve Horasanı kayıran gözlerimiz
Hiç akla gelmedi
Bereber kırları hüznü atmaya yarayan bir annenin
Dallara takılıp ağrıyan yaralarıyla yattığı
Gerçekten canlı göğsü boğucu çaylarıyla
Akşam suyundan bir sütun mermer içmiş
Her erkeğe bir yılan üfürmüş
2.
Ciğerlerde ölüm akar
Çeşme
İnsan hesapsız çocuk üfürük
Kendinde olmayan gürz kapanan ayna
Mektep taze ekmek dilimi zeytinin içindeki bağırgan
Ölüm
Sıkışmış aramıza
Sandalyenin dibinde mi
Dudak sıcak çay bardağına kapanırken
Salıncak onunla içten içe anlaşma
Cevizin ipi tutan çocuğu kayıran dallarında
Yeşil yaprakta veba
Ölüm evin hangi bilinmezinde ya da açıkça
Küçük kardeşin avucunda mı
Uzak insan sahillerine
Kelimeyi dolanan dillere
Taşıdılar zeytin
Kahvaltı ve zeytin
Sofrada üç büyük zeytin üç kanlı bakış
Ölünün ağzına zeytin kondu
Şiş dudakların arasına
Sonra geniş omuz yaralarında
Adamlar kırılan camlar taktılar
3.
İnanç yiğit ev sorardı bulup konaklardı
Kanlı göz ufuk tarardı
Cürümlü başta her geyik akışında
Örtülür dudaklar çünkü kalble çarpılırlar
El gezer tenhaları dolanır ufak tüyler
Ve tüyler ki ateşle diklenirler
Kendi namlarına ağemen olarak
Üşüme kabarcıkları tad kabarcıkları
Ürpermelerle unutkanlık
Yerin bir zaferle doğrulması cürme katık olarak
Dantel kalb vurması su kapları
Islak naylon örtü ve ıslak cimrilikle
Ustalıkla yaprağa ilave peçete
Yorgun ve evvelden haber
Sonra saralar
Sıradadırlar
Kapılar baskıyla kapalıdır
Onlar yontup hamam kapılarını
Kulaklara ses kutuları
Ormanlar avazlarıyla parke taşlar
Kurtlar
Yıldırım
Avizeler
Orada köşelere düşler yerleşir yatakları kollar
Uyku canavar kıvrımlı batarlı saldırır
Ev tilkiyle sarılır kuşatılır
Yorgun bir masal uzakta kaybolur
Kulaklarına yosun ve balık biriken çocuklar
Toprağın rengine katılan
Hızla yorgana atılan
Göğsümüze sırtımıza ateş bastıran
Örtünen çıldıran çocuklar
La onlarla alev açıyor her yanımız
Anlaşalım
4.
Denizde büyüyen av hayvanı
Suları derin denizleri boyayan mürekkep hayvanı
Uzatır gözlerini ince çalgılar içinde savaşlarla
Tiz sesli yuvarlak ağızlarıyla
Bu kez bu alçıyı donduranla
Kapalı denizlere kapılıp açık okyanusta
Kayalardan inen hızlı koşan bağırlar
Ayakta durlar
Kalklar
Oturun babamı
Ben güvercin saçlı çocuktum
Buzlardan başlayıp vurdular
Dağların yabani timsahında
Sanatın fiziksel geçerliğine kadar
Vurdular
Babam upuzun yatandı kumda
Ölü ve uzaması birden duran saçlarıyla
Çünkü öylesine kendi ölümü
Başanı yastıklardan kaçıran uykulu başını cümle odalardan
Hep kumlar vardı çünkü uykuya yaklaşırken
Üzülecek ve sevinç duyacak yerlerde
Dudakların içinde kulak yollarında
Adamın öldürülüş sesi
Sofradan sokak kapısından
Pencereden kumluğa okyanusa
Ahrete olan dostluğumuza yakınlığımıza
* * *
İlhan BERK - SUYA BAKIYORSUN
Suya bakıyorsun. Masada bir gül duruyor,
Masada durmak onun işi.
Su zamanı düşündürür der Borges.
Sanki çocuklar, sanki küçük köylerdir su:
Zamanda dolaşmaya çıkmıştır.
Zaman ki,
her yerde zamandır
Aralar saçlarının tütününü.
Ben ki otum, düğümlü sana
Dört yol ağzıyım, geçesin diye.
Soy beni.
Ölümü okuyan yok.
* * *
Lâle MÜLDÜR - SU
Firuze rengi suların önünde diz çökmüş
bir okçu, elinde altın yayıyla.
Karalarla kaplanlarla oynuyordu,
kemanıyla oynadığı gibi.
Firuze rengi sularda yüzen
sarı güller... lerin yansıttığı
yanılsamalar... içindeyim...
O uzun siyah eldivenimle
yürüyorum sularda.
sularla evlilik akuatik yeşillerle
gri gözlerle bir anima-kadın
soluk alıp verişi
karanlık yaprakların ardında
Bir yıldız gümüş notalar fısıldıyor
onun da kulağına... dolendo...
Seslerin ve notaların gümüş
ağırlığıyla dalıyor sulara, dalıyoruz.
bir denizaltı konuşması gibi
artık kimsenin dinlemediği iki insan arasında
boğulmamak için denizin dibinde konuşmaya çalışan
İki insan gibi neredeyse
dolendo
O uzun beyaz eldivenimle
tekrar çıktığımda sulara Miras'ım,
alnıma saplanacak altın bir ok olabilir.
Erden kızların önünde eğilmiş
oturuyor olabilirim alnımda altın bir okla.
Aramızda belirli uzaklıklarla eğilmiş
şarkı söylüyor olabiliriz gri sulara.
Aramızda kristal uzaklıklarla
göğe çekilmiş olabiliriz, ağlayan ünikornlar gibi.
Orion çekimi belki de yalnızca...
* * *
Tuğrul Tanyol - SUDAKİ ANKA
biz bülbül-i muhrikde mi gülzâr-ı fırâkız
âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
II. Selim
özlemin soğuk kışı, ırmağa karışan arzu
dallarda, üşüyen kanatlarından soyunmuş
sudaki billuru düşleyen ankâ
seslerimiz seslerimizi arıyor uzaklarda
ardımızda uzanan yollarda unuttuğumuz
kayıklar dolusu altın şarkı, mücevher, akik
ve kehribar ırmağın usulca yüzdürdüğü
eski bir şarabı taşıran esrik anılar
bahçelerden akardı ince bir kanûn renginde
güller ve güllere sürtünüp tutuşan rüzgâr
ağaç yağmurun biçimini alırdı uzaktan baksak yanılırdık
günlerin karaya çıktığı yerde dururdun
sıcak falında izlerin ve kumun
bir ses bir sese yansıtırdı pırıltısını
bir dağ bir dağı gölgelerdi ve o ıssız sürünün
tozları dağılınca başlardı gün
uzayıp giderdi yollar boyunca
ağacın ağaca fısıldadığı sürgün
zaman sesini yükseltiyor şimdi seyrelmiş otların arasından
kıyıya yanaşan kayıklardan iniyor
kalabalık, gölgesini ardında bırakıp
usulca bir imgeye dönüşüyor
ırmağın buzları erirken ötelerde
son kez dönüp bak, geride bıraktığın izleri topluyor çocuklar
eski bir evden, zümrüt bir kuleden
sevdiğimiz ve unuttuğumuz kadınların sözlerini uçuruyor rüzgâr
yaşamın acısı geçmiş buradan bir iz gibi sürüp toprağı
geçtik biz de çatısında binlerce ses çınlayan o ıssız geceden
karşılamak için seni: bilinmeyeni
artık susmalıyız, konuşsak bile
bizim acımızı kim anlayabilir
sen, sudaki rengine külünü savuran ankâ
ırmak akıp gitti, çoktan
küllerimiz küllerimizi arıyor hâlâ
* * *
Turgut UYAR - SULARDA ÜRKÜ
suların çoğaltığı seslerden ürküyorum
yorgunluk veriyor ürkü¹
alacakaranlık gibi anlamsız bir şey
bir çoban kepeneği gibi ya da
gelip çakılıyor aklıma
sonra hiç bir şeye benzemiyor
bir saat iki saat üç saat gibi şeyler oluyor
ama
hiç bir şeye benzemiyor
tutturduğum türkü
nedendir bilmem
Edip le söylediğimiz zaman
oluyordu halbuki
an ürkü
* * *
A. KADİR - BU SU ÇOĞALA ÇOĞALA
Yaşlılara saksılar dizdim, bahçeler yaydım.
Yorgunlara diri beden verdim, taze yürek.
Döşekler serdim hastalara, rahat, yumuşacık.
Nerde yalan dolan gördüysem kızardım.
Yiğit yüreklere, dedim, canım armağan.
Ardına kadar açtım çocuklara kapıları.
Dostluklar boy attı yeryüzünde,
dostluklar orman orman.
Ebemkuşakları gökyüzünde fır dolandı.
Yürüdü dağlardan ovalara doğru
gümbür gümbür bir deli su,
yıktı bu su önüne geleni,
bu su, çoğala çoğala.
İnsanlar insanları aldı götürdü.
Ne kavga kaldı, ne zulüm, ne korku.
* * *
Faruk Nafız ÇAMLIBEL - SUYUN ÜSTÜNDE MISIRLAR
Dün gece parçaladı bir aslan kafesini,
Bir gönül sonsuz ufka yol aldı kartal gibi.
Fırtınam!Baş ucunda duyunca nefesini
Otuz yıllık bir ağaç eğildi bir dal gibi.
Tatmak için enginin şi'rini dalgalarla
Kalbimiz göğsümüzde ayrı bir şeydi yarda.
İki taş heykel oldu vücudumuz kenarda,
Ruhumuz enginlere açıldı sandal gibi.
Sonsuzluğun sırrına ererek biz denizde
Sonsuzluğu yaşatmak istedik sevgimizde,
Saçımız ağarmadan toprak olunca biz de
Gezecek maceramız dillerde masal gibi.
* * *
CAN YÜCEL - ATEŞ İLE SU
Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında;
sevdalanmış onun deli dalgalarına.
hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa...
...demiş ki suya:
gel sevdalım ol,
hayatıma anlam veren mucizem ol...
su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa, al demiş;
yüreğim sana armağan...
sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına.
zamanla su, buhar olmaya, ateş, kül olmaya başlamış.
ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de
yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su...
sevdalanmış onun deli dalgalarına.
hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa...
...demiş ki suya:
gel sevdalım ol,
hayatıma anlam veren mucizem ol...
su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa, al demiş;
yüreğim sana armağan...
sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına.
zamanla su, buhar olmaya, ateş, kül olmaya başlamış.
ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de
yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su...
ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
aramış suyu diyarlar boyu,
günler boyu, geceler boyu
bir gün gelmiş, suya varmış yolu
bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın.
ve o an anlamış;
aşkın bazen gitmek olduğunu,
ama gitmenin yitirmek olmadığını.
ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.
işte o zamandan beridir ki:
ateş sudan, su ateşten kaçar olmuş...
ateşin yüreğini sadece su,
suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...
* * *
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.)
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)
Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su
(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.)
Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su
(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)
Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su
(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)
Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. )
Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su
(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)
Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su
(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)
İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su
(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)
Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su
(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da kevser istiyorlar.)
Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su
(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)
Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su
(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.)
Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâre su
(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.)
Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su
(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi (yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından)
kurtarabilir.)
İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su
(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)
Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su
(Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)
Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su
(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)
Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su
(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana çıkarmıştır.)
Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su
(Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)
Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su
(Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)
Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su
(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb- ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)
Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su
(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.)
Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su
(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.)
Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)
Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su
(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)
Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su
(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)
Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su
(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, (ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden ümitliyim.)
Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su
(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde) sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su (damlası) gibi birer inci olmuştur.)
Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su
(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı) döktüğü zaman,)
Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su
(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını ummaktayım.)
Yorumlar
Yorum Gönder